
YENİ BİR DÜNYA AMA NASIL!
Doç. Dr. Şafak Nakajima
Dünyadaki en zengin iki bin kişinin, 4,6 milyar insandan daha büyük bir maddi varlığa sahip olduğunu biliyor muydunuz?
2000 zengine karşı, 4.600.000.000 yoksul.
Korkunç, değil mi?
Eşitlik, özgürlük ve aydınlanma mücadelesini yok etmek için darbe, işgal, savaş dâhil en acımasız yöntemlere başvuran; bir yanda muazzam bir zenginlik ve teknolojik ilerleme, diğer yandaysa korkunç bir eşitsizlik ve doğa yıkımı yaratan kapitalizme karşı giderek artan öfke, dünya çapında kitlesel tepkilere neden oluyor.
Kamu hizmetlerine yatırım yapmak yerine, devlet tarafından ücretsiz sunulması beklenen sağlık, eğitim ve ulaşım gibi birçok hizmetin özelleştirilip paralı hale getirilmesi, insanların bu temel hizmetlerden yararlanmasını giderek imkânsızlaştırıyor.
Küresel perspektiften baktığımızda bu sistemik adaletsizlik, dünya nüfusunun %99 undan fazlasının yaşamını cehenneme döndürmüş durumda.
Artan işsizlik ve yoksulluk küresel göçlere yol açıyor. Bu göçler, çok yakın gelecekte iklim krizinin yol açtığı susuzluk ve gıda üretiminin zorlaşmasıyla daha da artacak. Gençlerimiz daha iyi yaşam koşulları bulmak umuduyla Batı ülkelerine göç ederken, Doğu toplumlarından yüz milyonlarca insanın savaşlar, susuzluk ve gıdasızlık nedeniyle sınırlarımıza dayanabileceği öngörülüyor.
Tarih boyunca gençler daima, haksızlıklara yaşlılardan çok daha duyarlı olmuş, daha iyi bir dünya için her tür sömürüye son verilmesinin gerektiğine inanmıştır. Gençler hayata daha enerjik ve umut dolu gözlerle bakar, okuyarak, çalışarak toplumun refahına ve büyümesine katkıda bulunurken, kendi potansiyellerini keşfedebilmeyi ve geliştirmeyi isterler.
Ne yazık ki umutları giderek onlardan uzaklaşıyor! En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile!
Bugün her 10 genç İngiliz’den yaklaşık sekizi, ülkelerindeki konut krizi için kapitalizmi suçluyor ve sosyalist bir ekonomik sistemde yaşamak istiyor.
Harvard Üniversitesi ve Gallup tarafından yapılan araştırmalar, ABD’deki gençlerin %50 sinden fazlasının kapitalizmi reddettiğini gösteriyor.
Zamanla statükoya boyun eğmeyi öğrenmiş “büyükler” ise gençlere, Sovyetler Birliği ve Çin örneklerini vererek sosyalizmin çok sorunlu olduğunu, eninde sonunda yıkıldığını, dolayısıyla bir seçenek olmadığını söylüyorlar.
Aslında her iki örnekte de varılan yerin eşitlik, özgürlük ve adaleti temsil etmesi beklenen bir düzen değil, çok sorunlu birer “devlet kapitalizmi” olduğunu söylemek mümkün.
Örneğin SSCB’de parti, elinde topladığı baskıcı devlet gücüyle, işverenin kim olduğunu değiştirmişti ama işveren/çalışan ilişkisini sona erdirmemişti. Ancak Sovyet devlet kapitalizmi, hem kendileri hem de Batı tarafından, sosyalizm için bir modelmiş gibi sunuldu.
Başlangıçta Sovyet modeline benzer bir model benimseyen Çin ise, zamanla devlet denetimli bir devlet ve özel kapitalizm karışımını benimsedi. Çin'in güçlü hükümeti, devlet desteği ile büyüyen bir iç pazar yaratırken, ucuz işgücünü kullanarak ihracata odaklandı. Bu süreçte küresel kapitalistlerle anlaştı. Batılı kapitalistler, Çin devlet veya özel kapitalistleriyle ortak olup teknolojiyi paylaşacak, karşılığında Çin mallarını küresel ticaret sistemlerine entegre edecekti. Bu strateji Çin’i kısa sürede dünyanın en güçlü ekonomisine sahip ülkeler arasına soktu.
Ancak bedeli büyük oldu!
Çin politikaları, başta kendi toprakları olmak üzere tüm dünyada dehşet verici bir hava, su ve toprak kirliliğine, kendi halkının sömürülmesine, ucuz mallarıyla rekabet edemeyen diğer ülkelerin yerel üreticilerinin işlerini, gelirlerini kaybetmelerine, yoksullaşmalarına yol açtı.
Soğuk Savaş dönemi her ne kadar kapitalizmle sosyalizm arasındaki büyük mücadele gibi sunulmuş olsa da, aslında gerçek bu değildi!
1989 da çöken sosyalizm değil, Sovyet Devlet kapitalizmi oldu. Sistem halkın refah ve özgürlüğüne odaklanmak yerine, Batı kapitalizmi ile yarışmaya kalkıştı ve her ikisini de başaramadı.
1989'dan sonra yükselen Çin'deki ise başka bir tür devlet kapitalizmidir. Sonucunu yukarıda kısaca özetledim.
Dünyamız gerçekten çok büyük bir değişim sürecinden geçiyor.
Ve insanlığın gerçek çözümlere ihtiyacı var.
Einstein’ın dediği gibi, “Bir sorunu, onu yaratan düşünce tarzına dayanarak çözemezsiniz.”
Eski hatalara düşmeden, aklı ve vicdanı bilgelik terazisinde tartmalı, daha iyi bir dünya kurmalıyız!