Blog

Japon Ruhunun İlaçlarla Sınavı

JAPON RUHUNUN İLAÇLARLA SINAVI

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Japonlar genellikle saygı, düzen, çalışkanlık, özveri, onur, sabır ve nezaket gibi kavramlarla özdeşleştirilir. Doğaya, tarihsel ve kültürel kavramlara, toplumsal da yanışmaya olan saygıları, Japon değerler sisteminin teme lini oluşturur.

Ama ne yazık ki Japonya’da da pek çok şey hızla değişiyor!

Geçmişte uzun yıllar orada yaşadığım ve bir Japon’la evli olduğum için Japonya’daki değişimi, üzüntüyle izliyorum. Küreselleşen ekonomik düzen, hızlı iletişim araçları, kolaylaşan uluslararası yolculuklar ve göçler nedeniyle kültürlerarası akışkanlığın artışı, tarih boyunca izole kala bilmiş bu ada halkının kendine özgü renklerini solduruyor. Başka bir şey daha var Japonları etkileyen.

Japon ruhu, antidepresan ilaçlarla değişiyor! Acıyla başa çıkmanın en asil yollarını bilen bir halk giderek, her acı çekişin bir hastalık olduğuna ve ancak ilaç larla “tedavi” edilebileceğine inandırılıyor.

Gelin bu durumun nasıl geliştiğine yakından bakalım. 1990’lı yılların sonlarına değin Japon psikiyatristlerin odağında, psikozlar ve endojen depresyonlar vardır. Psikoz, kişinin hayalle gerçeği birbirine karıştırdığı, gerçeklikle bağlarının koptuğu, zaman zaman yaşamını sürdüremez hale geldiği, “şizofreni” ve “bipolar bozuk luk” gibi akıl hastalıklarını kapsar.

Endojen depresyon ise dış faktörlere bağlı olarak değil, genetik ya da biyolojik nedenlerle ortaya çıkan bir depres yon türüdür.

Yakın zamanlara dek Japon halkı depresyon kavramı na olumsuz yaklaşmıştır.

Çünkü depresyon sözcüğü (utsubyou) onlar için, dok torların tanımladığı biçimiyle, manik depresyon gibi klinik bir akıl hastalığına işaret eder.

Japonların mutsuzluk, isteksizlik, amaçsızlık, bitkinlik ve kötü hissetme gibi ruh hallerine verdikleri isimler çok farklıdır:

Ki ga omoi (ruhum ağırlaştı), ki ga harenai(ruhum karardı), ki ga meiru (ruhum incindi) gibi…

Yazıyı hazırlarken, bu Japonca sözlerin tam karşılığını eşime sordum. “Bunlar ruh halleridir, tam karşılığı olmaz, ‘iyi hissetmiyorum, isteksiz ve bitkinim’ gibi düşün!” dedi.

Japonlar, Konfüçyüs’ün aile ve toplum merkezli değer lerine sahip olduklarından, mutluluğun peşinden koşmak yerine, yaşamdaki kaçınılmaz acıları kabullenir, güçlü ol mak, sorumluluklarını her koşulda yerine getirmek için gayret gösterirler.

Kendi ruhsal sorunlarıyla başkalarını rahatsız etmeme ye çalışırlar.

Çevreleri de zor zamanlarda bireye destek vermek için elinden geleni yapar.

Melankoli, hassasiyet ve kırılganlık,kişiliğin doğal unsurlarıdırve Japon kültüründe olumsuz anlamlar taşımaz.

Kendini mutsuz ve kötü hissetmek,kimyasal ilaçlarla tedavi edilecekbir tıbbi sorun olarak görülmez.

Bu nedenlerle, 1980’lerin sonlarındaEli Lilly ilaç şirketinin Amerika’da çılgınca sattığı Prozac, Japon pazarına giremez; çünkü ne doktorların ne de hastaların böyle bir talebi vardır!

Ama bu tablo 1999 yılında değişir.

Selektif serotonin geri alım baskılayıcı (SSRI) bir anti depresan ilaç olan Depromel, Japonya’da satış izni alır. İlacı, böyle bir ihtiyaç duymayan Japon halkına kabul ettirmenin bir yolunu bulmak gereklidir!

Ve o yol bulunur!

Üzüldüğünde ruhu incinen, ağırlaşan, kararan bir hal ka, romantik bir mecaz uydurulur.

“Kokoro no Kaze” (Ruhun Soğuk Algınlığı)

Anlatılmak istenen şudur:

Bu durum, onların bildiği türden bir depresyon değildir! Üzüntülü olmak ve acı çekmek, soğuk algınlığı gibi bir hastalıktır!

Bir hastalık olduğuna göre ancak ilaçla tedavi edilebilir! İlaç reklamlarına eklemeyi unutmazlar:

“Erken teşhis önemlidir!”

Tabii soğuk algınlığının kendi kendine veya yalnızca birkaç günlük tedaviyle geçeceği ama yaşamın sorunlarının hiçbir zaman bitmeyeceği, dolayısıyla bu ilaçların aylar, yıllar ve bazen de ömür boyu kullanımının tavsiye edileceği gerçeği gözlerden saklanır.

İlaç kullanarak nasıl olup da kötü bir ilişkinin düzeltilebileceği, ayrılık acısının dindirilebileceği, hangi ilaçlarla işsizlik ve yoksulluğunyol açtığı mutsuzluğa çözüm bulunabileceği konuları muammadır.

Zamanla açılan kapıdan sırasıyla, Paxil (GlaxoSmith Kline), Zoloft (Pfizer), Cymbalta (Eli Lilly) girer. Daha sonrakiler içinse iş kolaylaşmış, kapılar ardına kadar açılmıştır.

Peki, bu tablo neden böyle olmuştur?

Öncelikle insani zaaflarımıza bakmak gerekiyor. Bu zaafların başında, zor sorunlara kolay çözümler bulma arzumuz gelir!

Zahmete girmek yerine mucize formüller arar, bunları vaat edene de kolaylıkla kanarız!

O nedenle, uzun saatler çalışan, uluslararası rekabet ve küreselleşmenin etkisiyle hayata yabancılaşan bir halkı, “ruhlarının soğuk aldığına” ve tüm sıkıntılarının, yuttukları tablet ve kapsüllerle geçeceğine inandırmak pek zor olmaz.

Satışlar giderek artar.

Yaşamın zorluklarına göğüs germeyi erdem kabul eden Japon halkı artık, acıları bastıran ve ruhlarını kadim kül türlerinden koparan bir yola girer.

Bu gerçeği gören Japonya Dokkyo Üniversitesi Psikiyatri departmanından Dr. Hiroshi Ihara, International Journal of Risk & Safety in Medicine dergisinde yayınladığı çalışmasında, hafif ve orta düzeyde depresyonda ilaçların etkinlik iddialarını sorgular:

“Japon psikiyatristler, antidepresan ilaçlarınagresif bir biçimde pazarlanmasından dersler çıkarmalıdırlar.Depresyonda yoğun ilaç kullanımı, yarardan çok zarar vermiştir. Şimdi ilaç sanayiinin gözübaşka ruhsal sıkıntılara odaklanmıştır. İlaç firmalarının para kazanma hırsının, varsayılan psikiyatrik hastalığa çözüm iddiasıyla piyasaya sürdükleri ilacın etkisini aştığı her zaman,yeni hastalıklar pazarlanacaktır. Ağır ilaç tedavisini gerektirmeyen durumlarda psikiyatristler, yaşam tarzı değişimi ve terapi gibi doğal alternatifler önermelidirler.”

“Tüm Hakları Saklıdır”

Sizin “İKİGAİ”niz var mı? 

SİZİN “İKİGAİ”NİZ VAR MI? 

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Sabahleyin, kahvesini fincanına doldurmakta olan eşime sordum: 

“Senin ‘ikigai’in var mı?” 

Şaşkınlıkla yüzüme baktı: 

“Neyim var mı? İki adamım mı?” 

Bu şaşkınlığı yaşaması doğaldı. Eşim, Osmanlı tarihçisi bir Japon. 

Biz evde, Türkçe, Japonca ve İngilizceden oluşan kar ma bir dil konuşuruz. Birisinin bir dilde söylediğine, diğeri bir başka dilde ce vap verir ve iletişim kesintiye uğramaz. Bazen de cümlenin içinde üç farklı dilden sözcük geçer  ama bu bizim için oldukça sıradan bir durumdur. Ve nadiren iletişim kazalarına yol açar; “ikigai’in var  mı?” sorusunda olduğu gibi. Eşim, “ikigai” sözcüğünün, “iki” hecesini Türkçede ki anlamıyla 2 sayısı olarak, “gai” hecesini ise İngilizce deki “guy” yani “adam” olarak anladığı için soruyu “iki  adamın var mı?” şeklinde yorumlayıp anlam verememişti,  haklı olarak. 

Gülme krizim bittikten sonra ona, “ikigai” sözcüğünü,  Japonca anlamıyla kullandığımı söyledim.

Eşime geldi bu kez gülme sırası: 

“Hmm, ‘Yaşamın Amacı’ demek istedin. Biz buna, ‘sa bah uyanmak için bir sebebin olması deriz.” 

“Evet dedim.” 

“Elbette var. ‘İkigai’sız yaşam olur mu?” diye cevap  verdi. 

Bir Japon için imkânsız görünse de, ikigai’sız yaşam  olabilir. 

Yaşamı kendi haline bırakıp da gereken özeni göstermeyince amaçsız, nedensiz yaşamaya başlarız. 

Ruhlarımız, terk edilmiş bağlara, bahçelere dönüşür. 

Her yanı yabani otlar sarar. 

Mahzun yüreklerimizde, hüzünlü hayaletler dolaşmaya başlar. 

Buna, doktorlar “depresyon” der. 

Issız gönül bağımıza konan baykuşlar; korku salar kalplerimize. 

Doktorlar bu korkuya, “endişe” der, “anksiyete” der;  “panik” der. 

Aslında doktorların da büyük çoğunluğu, gönül bahçe lerine nasıl bakılacağını bilmez. 

İlaç verirler “şifa niyetine”. 

Beynimiz yavaşlar. 

Duygularımız körleşir. 

Bağın bahçenin bakımını hepten yapamaz hale geliriz. Oysa ihtiyacımız, “ikigai”dir. 

“İkigai” sahibi olmak, yaşamaya değer bir hayatın ol ması demektir. 

Sabah uyanmak için bir amaç bulmak isteyen insan,  önce buna karar vermeli, sonra da hayatını özenle ele alıp içinde boy atmış yaban otlarını tek tek ayıklayarak işe baş lamalıdır. 

Ancak ondan sonra yaşamını bir gülistana dönüştü rebilir. Yaban otlarını temizlemek, ciddi bir iç sorgulama  demektir. Cesaret gerektirir. 

Bulunan amacın yeşerip boy atması ise yaşam boyu sü recek bir emek… 

Kimi insan için ikigai, 

“paylaşmak ve yardımlaşmak” anlamına gelir. Yakınlarına, tanıdık ve tanımadık ihtiyaç sahiplerine  elini ve yüreğini uzatmaktır. 

Kendinize sorun: 

  • En çok yardım etmek istediğim; sevgimi, ilgimi,  bilgimi, maddi kaynaklarımı paylaştığım insanlar  kimler? 
  • Bunu hakkıyla yapıyor muyum? 
  • Benim tutumum, dünyada neyi daha farklı kılıyor? • Daha iyisi için başka neler yapmam gerekiyor? 

Bazılarımız için, “gönlümüzce bir şeyleri yapmaktır” yaşama amaç kazandıran şey. 

Kitap okumak, siyasetle ilgilenmek, çevre sorunları na çözümler geliştirmek, spor yapmak, dans etmek, yeni  şeyler öğrenmek, öğretmek, el sanatları veya müzikle uğ raşmak gibi; para kazanmak için değil sadece yapmaktan  mutluluk duyduğumuz için bir şeyler yapmaktır. 

Eğer ne yapmanız gerektiği konusunda kafanız karışık sa, kendinize şu soruları sorabilirsiniz: 

  • Ne hakkında okumak, öğrenmek ve konuşmak  beni mutlu ediyor? 
  • Ne tür aktiviteler beni heyecanlandırıyor ve enerji mi artırıyor? 
  • Karşılığında para almasam da, hiç yorulup sıkılma dan zaman ayırabileceğim uğraşı nedir? 

Kimimiz içinse ikigai yolu, “gerçek ben” 

olmaktan geçer. Karakterimizi tanımak, 

gerçek özümüzü bulmaktan. 

Çoğu insan için bu durum, gerçekleşmesi olanaksız bir  düş gibidir. 

Ailenin, toplumun, sosyoekonomik durumumuzun et kisiyle yıllar içinde, kendi gerçekliğimizden çok farklı kim likler geliştiririz. 

Meslek yaşamımda, muazzam ritim duygusuna sahip  olup aslında baterist olmak isteyen doktor; pastacılık yap mak isteyen öğretmen; kadın haklarını temsil eden bir hu kukçu olmanın hayallerini kuran ev kadınlarına rastladım,  hem de sayısız kereler… 

Kendimize soralım: 

  • Kişiliğim nasıl? Telaşlı mı, sakin mi? Özenli mi, ka yıtsız mı? İçe mi dönüğüm yoksa dışa mı dönük? • Gerçek kişiliğim, yaptığım işle uyumlu mu?
  • Hangi yeteneğimin bastırıldığını düşünüyorum?
  • 15 yaşına geri dönebilsem, neyi farklı yapardım?
  • Nerede kendimi, kendim gibi değil de rol yapan bir  oyuncu gibi hissediyorum? 
  • Kendim gibi olabilmek için neler yapmalıyım?

Eğer isterseniz, yukarıdaki açıklamalar ve sorular yar dımıyla, kendi yaşam amacınızı bulma yolculuğuna hemen  şimdi çıkabilirsiniz! 

Araştırmalar, yaşam amacı olanların, savunma sistem lerinin daha iyi çalıştığını, daha az hastalandıklarını, daha  uzun yaşadıklarını ve kendilerini daha mutlu hissettiklerini  ortaya koyuyor. 

Zaman, ikigai sahibi olma zamanı! 

“Tüm Hakları Saklıdır”

Yaşamınız Yeterince Anlamlı mı?

YAŞAMINIZ YETERİNCE ANLAMLI MI?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Anlamlı bir yaşam, sadece maddi hedeflere veya yüzeysel zevklere odaklanmaktan daha fazlasını içerir. Birey, yaşamını anlamlı kılmak için derin bir amaca sahip olmalıdır.

Logoterapinin kurucusu Dr. Viktor Frankl, Nazi toplama kamplarındaki deneyimlerinden yola çıkarak, insanların her koşulda anlamı bulabileceğini ifade eder.
“İnsanın Anlam Arayışı / Man’s Search for Meaning” adlı kitabında, yaşamda anlam bulmanın üç farklı yolunu açıklar:

1. Üretken İşler ve Faaliyetlerde Bulunmak: Anlamı bulmanın bir yolu, yapıcı ve anlamlı işler ve faaliyetlerde bulunmaktır. Kişi, kendine değer katarak, başkalarına yardım ederek veya bir amacı gerçekleştirerek yaşamına anlam katabilir. Frankl, içsel tatmin ve anlam hissi elde etmenin, üretken ve anlamlı işlerde çalışmanın bir sonucu olduğunu vurgular.

2. İlişkilere ve Başkalarına Emek Vermek: İkinci bir yol, diğer insanlara ve ilişkilere yatırım yapmaktır. Sevgi, dostluk ve aidiyet duyguları, yaşama anlam katar. İlişkileri beslemek, başkalarına yardım etmek ve anlamlı bağlar kurmak, yaşamın anlamını artırır.

3. Olumsuz Deneyimlere Anlam Atfetmek: Frankl, yaşamın acıları ve zorluklarıyla başa çıkmanın da anlamı bulmanın bir yolu olduğunu savunur. Zorlu deneyimlerden bile anlam çıkarabiliriz. Olumsuz deneyimlere anlam atfetmek ve bu deneyimlerden öğrenmek, kişisel büyüme ve gelişim için bir fırsat sunar.

Kendi yaşamınızı gözden geçirerek, bu üç yoldan hangisini ya da hangilerini değerlendirdiğinizi belirleyebilirsiniz.

Sizce yaşamınız yeterince anlamlı mı?

“Tüm Hakları Saklıdır”

Kimler İlişki / Aile Danışmanlığından Yararlanabilir?

KİMLER İLİŞKİ / AİLE DANIŞMANLIĞINDAN YARARLANABİLİR?

Doç. Dr. Şafak Nakajima 

Hayatımızdaki her anlamlı ilişki, açık denizlerde yapılan uzun bir yolculuğa benzer. Beklenmedik bir anda fırtına çıkabilir. Arada bir rotamızın gözden geçirilmesi gerekebilir.

İlişki, evlilik ve aile danışmanlığı, bu rotanın doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlar. Kimlerin hangi nedenlerle bu tür danışmanlıktan yararlanabileceğine kısaca bakalım:

Çiftler:

Neden? İletişim sorunları, çatışmalar, duygusal kopukluk, aldatma veya diğer zorluklarla başa çıkmak için.

Kimler? Evli çiftler, nişanlılar veya uzun süreli ilişki içinde olan herkes.

Evliler:

Neden? Evlilikte zamanla ortaya çıkan sorunlar, değişen ihtiyaçlar, sadakatle ilgili zorluklar veya diğer konularla başa çıkmak için.

Kimler? Evli çiftler, uzun vadeli bir birliktelik içinde olanlar.

Evlenmeyi planlayanlar:

Neden? Evlilik öncesinde seçimlerinin doğruluğunu gözden geçirmek, beklentileri netleştirmek, iletişimi güçlendirmek veya ortak hedefleri belirlemek için.

Kimler? Nişanlı veya evlilik düşünen çiftler.

Aileler:

Neden? Aile içinde iletişim problemleri, çocuk yetiştirme konuları, gençlerle ilgili zorluklar veya aile içindeki herhangi bir dinamikle başa çıkmak için.

Kimler? Ebeveynler, çocuklar, gençler ve diğer aile bireyleri.

Bireyler:

Neden? Bireyin kişisel gelişimi, duygusal sorunlar, ilişki becerilerini geliştirme veya ilişkilerdeki kalıpları anlama için.

Kimler? Yalnız yaşayan bireyler veya bir ilişki içinde olmayanlar.

Boşanmış veya Ayrılmış Bireyler:

Neden? Boşanma veya ayrılık süreciyle başa çıkmak, duygusal iyileşme, çocuklarıyla ilişkiyi sürdürme veya gelecekteki ilişkiler için hazırlık yapmak için.

Kimler? Boşanmış veya ayrılmış olanlar.

Birleşik Aileler:

Neden? Boşanma, ayrılık veya ölüm sonrası yeni bir aile oluştururken yaşanan uyum zorlukları, çocuk yetiştirme anlayışları veya önceki ilişkilerden kaynaklanan sorunlar için.

Kimler? Yeni birleşen aileler veya üvey aileler.

İş Arkadaşları:

Neden? İş ortamında iletişim problemleri, iş birliği zorlukları veya işyerindeki diğer ilişki zorlukları için.

Kimler? İş yerinde birlikte çalışanlar veya yöneticiler.

Herkesin ihtiyaçları farklıdır. İlişki, evlilik ve aile danışmanlığı, birçok farklı durumu ele alabilir. İlişkilerinde iyileşme ile daha sağlıklı, mutlu ve sürdürülebilir bir yaşam arzulayan herkes bu tür danışmanlıktan faydalanabilir.

“Tüm Hakları Saklıdır”