Blog

Narsisistik Bir Annenin Kızı Olmak

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Anne zihnimizde, koşulsuz sevgiyle özdeşleştirebileceğimiz yegâne kişidir. Kim olursak olalım, ne yaparsak yapalım, yaşamın fırtınalarından bizi koruyacak, ruh üşümelerimizi ısıtacak kucaktır anne. Bir kız çocuğunun başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden birisi, narsisistik yani kendine âşık bir annenin kızı olmaktır. Maalesef narsisistik annelerin kızları ne koşulsuz sevgiyi, ne de güvenli anne kucağını tanır. Bir ömür boyu o sevgiyi tadacağını ve o kucağın kendisine açılacağını umarak, pervane gibi döner annesinin etrafında. Her kötü muameleyi, her dışlanmayı, her ayrımcılığı, her hakareti sineye çeker. Narsisistik anne benmerkezci, samimiyetsiz, yargılayıcı, çıkarları için yalan söylemeye ve gerçekleri çarpıtmaya eğilimli, inatçı, bencil ve soğuktur. Dünya onun etrafında döner. Çocuklarının ihtiyaçlarını, duygularını ve seçimlerini kontrol ve manipüle eder; bunu yapamadığı zamansa cezalandırır. Çocukları arasında ayrımcılık yapar, evde kamplar, düşmanlıklar yaratır. Kızının babasıyla güçlü bağlar kurmasını kıskanır. Eşini ve erkek çocuklarını kızından uzak tutmak, düşman etmek için elinden geleni yapar; çünkü kızıyla rekabet içindedir. Kız çocuğu böyle bir rekabeti aklına bile getiremediğinden, erkek kardeşinden gördüğü kötü muameleye akıl erdiremez. Kız çocuklarının anneyle ilişkisi, oğullardan farklıdır. Kızlar genellikle anneleriyle daha fazla zaman geçirir ve onu rol modeli olarak görürler. Narsisistik anne kızının eğitim ve fiziksel gereksinimlerine duyarlı ve özverili olabilir ama onu duygusal olarak yalnız bırakır. Kızının duygularını paylaştığı her durumda, kendi duygularından bahsederek onu susturur; konu dönüp dolaşıp yine anneye gelir. Kızının başına bir talihsizlik geldiğinde bile, onun için öncelikli mesele kızının ne hissettiği değil, yaşanan olaydan kendisinin nasıl etkilendiğidir. Narsisistik anne kızına hem bir tehdit hem de kendi egosunun bir uzantısı olarak bakar. Evin içinde izole ederken bir yandan da ağır eleştiri ve yönlendirmeleriyle kızını, kendi olmak istediği biçime sokmaya çalışır. “İyiliği için” neyi sevdiğini veya istediğini, anne belirler. Kızının istediği beden ölçülerine sahip olmaması, beklediği tarzda giyinmemesi, ‘’yanlış’’ erkek arkadaş, eş ya da meslek seçimi gibi durumların cezası, hakaret, lakap takma gibi sözel saldırganlıktan, dışlama, yok sayma ve tüm bağları kesmeye kadar uzanabilir. Narsisistik annenin etrafa göstermek istediği ”mükemmel aile” imajı, kızının duygularından daha önemlidir! Annemin, yaşamımla ilgili yaptığım bir seçimi onaylamayarak bana, ‘’Senin mutluluğun beni ilgilendirmiyor!’’ deyişini, üzerinden geçen on yıllardan sonra bile, tüylerim ürpererek hatırlıyorum. Kız, kendi istek ve beklentilerini feda etmekle, annesinin sevgisini kaybetmek arasında bir seçim yapmak durumunda bırakılır. Gerçek benliği önce annesi, sonra kendisi tarafından reddedilir. Sonuç, gerçek benliğinin sevilemez olduğu inancına dayanan içsel utançtır. Kendi annesi onu sevip kabul etmediğine göre, o nasıl iyi ve sevilebilir bir insan olabilir! Narsisistik annenin kızına yönelik bencil, soğuk, katı ve saldırgan tutumu, kızının çocuklarına bile uzanabilir. Narsisistik anne, oğluna da farklı biçimlerde zarar verir. Ona, eşiyle sağlıklı bir bağ kurmasını sağlayacak temel değerleri öğretmez; zaten oğlunun eşi, bir başka rakibidir. Oğluyla duygusal ensest yaşar; onu yüceltir, kimseyle paylaşmak istemez. Oğlunu kızına karşı bir tehdit aracı olarak kullanır; kışkırtır, biler ve saldırtır. Baba genellikle iyi niyetli ama pasiftir. Annenin manipülasyonlarına, saldırılarına ve hasedine karşı kızını koruyamaz. Sürekli eleştiri, utandırma ve dışlama, kız çocuğunun öz güvenini erken yaşlardan itibaren kemirmeye başlar. Kendi duygularına ve dürtülerine güvenemez. Annesinin hiçbir zaman memnun olmamasının, kötü hissetmesinin ve hastalanmasının kendi suçu olduğuna inanır. Ciddi duygusal, fiziksel istismar veya ihmal durumlarında ise, var olma hakkının olmadığını, annesine yük olduğunu ve asla doğmamış olması gerektiğini düşünebilir. Narsisistik anneler kızlarının hayatlarını kontrol altına almak için onların tüm mahremiyetini ihlal eder, kendilerine ait özel alan bırakmaz. Narsisistik annenin kızında açtığı yaraların iyileşmesi çok zordur. Mizacı güçlü değilse, baba yeterince destek olmuyorsa, kendini savunmayı, kendi gücüne güvenmeyi öğrenmesi hiç kolay olmaz. Bu tür annelerin, kızları için empati duymadıklarını unutmamak önemlidir. Annenin acımasız sesi, zamanla kızının içsel eleştirmenine dönüşür. Annesinin olmadığı yerde bile onu eleştiren, aşağılayan, utandıran, mutlu olmasını engelleyen bir iç ses vardır beyninde… Ve karmaşık iyileşme yolculuğu da zaten, bu iç sesin farkına varmak ve onu susturmakla başlar. İkinci adım, kendisini annesinden ayıran sınırları belirlemektir. Kendisine öncelik vermeyi ve hak ettiği alanı açmayı öğrenmelidir. Nefes alabilmek ve kendini yeniden inşa edebilmek için bazı durumlarda anneden tamamen uzaklaşması gerekebilir. Tüm bunlar zor değişimlerdir; acı verir, kanatır; zaman ve emek gerektirir. Sonuçsa, yaşamda ilk kez narsisistik anneyi gerçek anlamda hayal kırıklığına uğratmak ama hem kendi benliğini ve hem de gelecek kuşakları kurtarmaktır.

“Tüm Hakları Saklıdır”

Duygusal şiddet

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Duygusal şiddete uğrayan insanları çoğu kez ilk görüşte tanımak mümkündür.

Dalgın gözleri kolayca ıslanır, hafif bir sesle konuşurlar.

Konuşmalarını bölen sessiz boşluklar vardır; oturdukları yere yerleşmez, adeta ilişirler.

Genellikle iyi kalpli, zeki, nazik ve nitelikli insanlar olmalarına

karşın özgüvenleri zayıftır.

Yaşadıklarını tanımlamakta zorlanır, sıklıkla kendilerini suçlarlar.

Yaşadıkları da zaten tanımlanması zor bir şeydir.

Duygusal şiddet; fiziksel şiddetten farklı olarak yüz yerine kalbin darbe aldığı, kemikler yerine duyguların kırıldığı, beyin yerine benliğin sarsıntı geçirdiği bir şiddet türüdür.

Kötü olansa, bu şiddet türünün sonuçlarının, fiziksel şiddette olduğu gibi kolayca görülebilir, tanımlanabilir ve suç kabul edilip cezalandırılabilir olmayışıdır.

Duygusal şiddet; korkutarak, aşağılayarak, tehdit ederek, sürekli eleştirerek, suçlayarak, hakaret ederek, hiç memnun olmayarak, sözel, sosyal, maddi ve bazen de fiziksel baskı yoluyla bir insanı kontrol altında tutmaktır.

Şiddeti uygulayan sıklıkla, karşısındakine vicdani sorumluluk yükleyerek kendini aklar.

Duygusal şiddet; anne-babadan, diğer aile büyüklerinden, kardeşlerden, sevgili, eş ve onların ailelerinden, çocuklardan, yöneticilerden, arkadaşlardan gelebilir.

Duygusal şiddet; “anne babanın, evliliğin ve çalışma yaşamının kutsallığı, ayıp, yasak, günah” gibi toplumdaki yaygın değerlerden beslendiğinden, kolayca göz ardı edilir hatta onaylanıp kabul görür.

Duygusal şiddet, insanın kendine güvenini, saygısını, değerini yavaş yavaş kemiren bir beyin yıkama sürecidir.

Ne kadar zeki, başarılı, çekici, becerikli olursa olsun şiddetin mağduru kendisini “yetersiz, aptal, beceriksiz, çirkin, suçlu, günahkâr, kirlenmiş” gibi hisseder.

Çoğu saldırgan, toplum içinde duygusal şiddeti açıkça sergilemekten ve karşısındakini küçük düşürmekten çekinmez.

Bazıları ise korkaktır; mağdurun savunmasız olduğu ortamlarda, çoğu kez yalnızlarken şiddet uygular.

Dışarıya ise son derece ilgili, sevgi ve sorumluluk dolu bir insan rolü oynar.

Pek çok farklı biçimde kendini gösterse de duygusal şiddet en sık üç şekilde karşımıza çıkar:

Saldırma

İsim takma (aptal, geri zekâlı, şişko, sıska, çirkin ördek), bağırma, aşağılama, suçlama, sorumlu tutma, aşırı kıskançlık, emir verme, tehdit etme (terk etmek, parasız bırakmak, ailesiyle görüştürmemek, çocuklarından kopartmak, dayak atmak,

eşya parçalamak, öldürmek, vb.) gibi, açıktan yapılan duygusal şiddet türüdür.

Şiddete başvuran kişi, karşısındakini kendisiyle eşit ve bağımsız bir birey olarak görmez.

Aralarındaki ilişki, sağlıklı iki yetişkinin değil, baskıcı ve kontrolcü bir ebeveynle, savunmasız çocuğun ilişkisi gibidir.

Şiddeti uygulayan, kimin ve neyin iyi ya da kötü, haklı ya da haksız olduğuna, çözümün ne olması gerektiğine kendi başına karar verir.

Her şeyin en doğrusunu biliyordur!

O; akıl verir, karar verir ve ceza verir.

Yok sayma

Şiddet uygulayan, karşısındaki insanı dinlemez, görmezden gelir, cevap vermez, küser, konuşmaz, kendisini ve sevgisini geri çeker.

Verdiği sözleri tutmayıp, unutmuş gibi yapar.

Haber vermeden kolayca terk eder, aramaz.

Davranışları, mimikleri veya ses tonuyla örtülü aşağılama yapar ve mağdurun itirazı halinde,

“Ben öyle bir şey söylemedim!”,

“Neden bahsettiğini anlamadım!

Nereden çıkarıyorsun bunları!” gibi sorularla yaptıklarını inkâr eder.

Mağdur, olan bitene akıl erdiremez, kendisini suçlayabilir.

Küçümseme

Çok açıktan saldırgan olmayan bu şiddet türünde şiddeti uygulayan, yaşanan olumsuz bir olayı kabul eder ama karşı tarafta yarattığı incitici sonuçları küçümser.

“Çok hassassın! Abartıyorsun! Amma da büyütüyorsun!” der.

Bazen saldırganlık, “yardım etme, yol gösterme, çözüm bulma” kılıfında karşımıza çıkar. O size şiddet uygulamıyor, yalnızca iyiliğinizi düşünüyordur(!)

Mağdur iç çatışma yaşar, kendinden ve hissettiklerinden şüphe duyar.Gerçeklik algısı bozulur; giderek kötü bir insan olduğuna ve aklını kaçırmaya başladığına inanır.

Duygusal şiddet, doğru tanımlanmadığı ve çözümlenmediği takdirde giderek insanın yaşam sevincini öldüren, sağlığı olumsuz etkileyen çok ciddi bir şiddet türüdür!

Sosyal ilişkiler, aile ilişkileri ve cinsel yaşam zamanla bozulur.

Mağdurda, sürekli yorgunluk, uykusuzluk, migren, yaygın ağrılar, çeşitli organ hastalıkları, aşırı yeme veya hiç yememe şeklinde beslenme sorunlarına sık rastlanır.

Çok ağır ya da uzun süren duygusal şiddete maruz kalmak insanı, korku içinde yaşamaya ve delirme endişesine sürükleyebilir.

Depresyon bulguları, endişe bozuklukları, özgüven kaybı, utanç ve suçluluk duyguları, ölüm isteği ve intihar düşünceleri, madde ve alkol bağımlılığı ortaya çıkabilir.

Öfke kontrolü zorlaşır.

Maalesef mağdur, alıştığı bir davranış olduğu için duygusal şiddete eğilimli insanları arkadaş ve eş olarak seçebilir.

Şiddete eğilimli bireyler ise özgüvensiz insanları, cazip bir av olarak tercih edebilir.

İşin acı yanı, bazen mağdurun da duygusal şiddeti benimseyerek başkalarına uygulamasıdır.

Peki, duygusal şiddet zincirini kırmak için neler yapabilirsiniz?

Sorumluluk üstlenin!

Mağdursanız, duygusal şiddetin sürdürülmesinde sizin izninizin önemli bir rolü olduğunu kabul etmelisiniz!

Yaşadıklarınıza başkaldırmakla sorumlusunuz!

Sergilediğiniz boyun eğici davranışları fark etmek, değiştirmek ve bunu net bir biçimde karşı tarafa göstermek zorundasınız!

Mevcut durumu sürdürmenin bedelinin çok ağır olabileceğini unutmamalısınız!

Kişinin en büyük yardımcısı ve kurtarıcısı, yine kendisidir!

Kendisine yardım etmeyene kimse yardım edemez!

  • Gelişin ve özgürleşin!

Kültürel, duygusal, sosyal açıdan gelişmiş ve ekonomik bağımsızlığa sahip bir bireye duygusal şiddet uygulayabilmek daha zordur.

Böyle bir durum ortaya çıksa bile, gelişmiş kişiliğe ve ekonomik özgürlüğe sahip bir bireyin, zincirlerini kırıp yaşamını yeniden inşa etme şansı çok daha fazladır.

Çıkış yolları kapanmış mağdurlar, yalnızca kendilerinin değil, diğer aile bireylerinin ve toplumun da sağlığını tehdit eder.

Unutmayın; gelişmişlik ve özgürlük, hem birey hem de toplum sağlığı için hayati öneme sahiptir!

Kendinizi geliştirin, her ne pahasına olursa olsun sosyal ve ekonomik bağımsızlığınızı kazanın!

İlişkiler ve iletişim konusunda donanımlı bir uzmanla çalışın!

Bazı durumlarda ağır özgüven kaybı ve kafa karışıklığı, sorunu tek başına çözmenizi zorlaştırır.

Destek aldığınızda elde edeceğiniz başarı büyük ölçüde sizin, gerçekleri fark etme, değişme ve baskılara direnme kararlılığınıza bağlıdır.

Çünkü şiddeti uygulayan kişi, geleneksel değerleri arkasına alarak ve söylenenleri çarpıtarak haklılığını kanıtlama çabasına girecektir.

Çözümün parçası olmayı reddedecek; kendisinin değil sizin tedaviye ihtiyacınız olduğunu söyleyecek ve hatta tedavinin gereksizliğinde ısrar edecektir.

Sizi desteksiz bırakmak ve kendisine bağımlı kılmak için ailenizden ve çevrenizden koparmaya çalışacaktır.

Toparlayacak olursak:

Duygusal şiddet, çoğu kez en yakınımızdaki, sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlardan sinsice gelir!

Dışarıya karşı çok bilgili, eğitimli, duygulu, uygar ve özenli biri izlenimi veren, ilgili ve sevecen görünen bir insan, içeride en ürkütücü duygusal şiddet fırtınalarını estirebilir.

Saldırganın her konuda çifte standardı vardır.

Kendisi kızabilir, üzülebilir, yorulabilir; siz bunları yaptığınızdaysa sorun çıkartmakla, huysuzluk ve kaprisle suçlanırsınız!

Sizi tahrik ettikten sonra dönüp bir de tepkinizle alay edebilir!

Dönem dönem düzgün davranarak sizi, her şeyin düzeldiğine inandırabilir ve sonra şiddet eğilimine geri döner.

Bu, etkinliği kanıtlanmış bir taktiktir ve mağdur uyanık olmalıdır.

Aslında böyleleri çoğu kez ne sizi sever, ne de kendisini!

Sevme bilinci yeterince gelişmemiştir.

Çoğunun çözülmemiş iç çatışmaları, bazılarının ağır kişilik bozuklukları vardır.

İnsanlar arasında anlaşmazlık ve uzlaşmazlıklar kaçınılmazdır ama sağlıklı ilişkilerde sorunlar, duygusal şiddete başvurmadan akıl yoluyla ve sevgiyle çözümlenir.

Seven insan saygılı ve özenlidir.

Sevdiği insanın duygularına ve ihtiyaçlarına duyarlıdır!

O; sizi gerçekten seviyorsa, dar bir alana hapsedip kontrol altında tutmaya çalışmaz!

Özgüveninizi ve yaşam coşkunuzu öldürmez!

Anlamsız biçimde utanç ve suçluluk duyguları hissettirmez!

Yolunuzu açar, güçlenmenize ve gelişmenize destek olur!

Unutmayın!

Duygularınıza saldırılabilir, şiddet uygulanabilir, ruhunuz incitilebilir ama onurunuz siz teslim etmedikçe hiç kimse tarafından elinizden alınamaz!

“Tüm Hakları Saklıdır”