Blog

Memento Mori

MEMENTO MORİ

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Yaşamın alışageldiğimiz akışının çok değiştiği bir dönemden geçiyoruz…
Sabahları alarmın çalmasına gerek yok çoğu insan için…
Uykumuz, güneşin doğuşunu bekleyebiliyor…
Rutin işlerimizden, alışkanlıklarımızdan, ilişkilerimizden gitgide uzaklaşıyoruz…
Pek sorgulamadan içine yerleştiğimiz kalıplarımızdan çıkmak zorunda kalmamızın bence olumlu yanları da var…
Yeni gerçeklere uyanıyoruz!

Yaşamımızdaki öncelik sıralamasını gözden geçirmemiz, önemsemediğimiz ya da ertelediğimiz pek çok şeyin aslında yaşamın en derin anlamlarını barındırdığını fark etmemiz gibi…

Canımızın; bedenimize nereden nasıl gireceğini bilemediğimiz için etrafa dokunurken bizi şekilden şekle sokan bir virüsün insafına kalması gibi…
Her an o insaftan mahrum kalmamızın çok mümkün olması gibi…

Modern hayatta ölümü düşünmekten, ölüm hakkında konuşmaktan hoşlanmıyoruz.
Popüler kültür bize sonsuza kadar genç kalabileceğimiz, hayatımızın neredeyse hiç bitmeyeceği yalanını pompalıyor.
Yaratılan bu mitos, ölüm üzerine tefekkürü fazla iç karartıcı, fazla demode ve fevkalade gereksiz buluyor.

Oysa 20. Yüzyıla dek ölüm üzerine düşünmek, iyi, anlamlı ve erdemli bir yaşam sürmek için bir motivasyon aracı olarak görülürdü.
Roma İmparatoru ve Stoacı filozof Marcus Aurelius şöyle der:
“Yapacağın, söyleyeceğin ya da niyet edeceğin her şeyin, ölmekte olan bir kişininki gibi olmasına izin ver.”
Yani içten, duyarlı, kibir ve hırstan arınmış

Seneca’ya göre ölüm karşısında huzursuz olmak, onu önceden düşünmemekten kaynaklanır:
“Öteki dünyaya doğum tarihleriyle çağrılmıyoruz. Tanrı ertesi gün bize bir gün daha bağışlarsa, onu sevinçle karşılayalım. Ertesi günü endişesiz bekleyen kimse, çok mutlu ve huzurlu yüreğiyle kendine hâkim bir insandır. Ömrünün tükendiğini söyleyebilen insan, her sabah yeni bir kazançla yatağından kalkar.”

Seneca, Ahlak Mektuplarında Lucilius’a şunu yazar:

‘’Dikkat edersen hayatımızın en büyük bölümü kötü iş yapmakla, büyük bir bölümü hiçbir iş yapmamakla, tüm yaşamamız da yapmamız gerekenden başkasını yapmakla geçiyor. Zamana değer veren, gününün değerini bilen, her gün biraz daha ölmekte olduğunu anlayan bir kimse gösterebilir misin bana?’’

Seneca’ya göre, gerçekten yaşayan insan, başkalarına yararlı olan insandır. Tembeller ve yaşama hiçbir katkıda bulunmayanlar ölmeden önce ölmüş ve mezara girmiştir zaten.
İyi bir yaşam sürmek, ölümü hatırlamakla yakından ilgilidir.

Memento Mori, “Ölümü hatırla” demektir ve bu Latince ifadenin ilginç bir tarihi vardır.

Roma İmparatorluğu döneminde, büyük bir askeri zaferden sonra, dört at tarafından çekilen arabasında oturan komutan, büyük tezahüratlar arasında kentin sokaklarından geçer.
Askerlerin ve halkın gözünde, adeta bir ilah gibidir.
Ama aynı arabanın içinde, bir başkası vardır. Komutanın hemen arkasında oturan bu kişi, bir köledir.
Tek bir sorumluluk taşır; tören boyunca komutanın kulağına sık sık şu sözleri fısıldar:
“Respice post te. Hominem te esse memento. Memento mori!”
“Arkana bak. Ölümlü bir insan olduğunu hatırla! Ölümü hatırla!”

Bizler de hatırlayalım!
Böylece, ölümün kapısında bırakmak zorunda kalacağımız öfkenin, kinin, nefretin, intikam hislerinin, ayrımcılığın, düşmanlıkların, telaşların, endişelerin, korkuların, hırsların ve kibrin farkına varalım.

Varalım ki; onları ömrün son anına dek sırtımızda taşımayalım!
İçtenliğe, sevgiye, dostluğa, şefkate, vicdana, akla, sevince, neşeye, dürüstlüğe, dayanışmaya, sanata, güzelliğe, eşitliğe, özgürlüğe, umuda yer açalım!
Sınırlı zamanımızı, geride daha iyi bir dünya bırakmak için yapmamız gereken şeylerle dolduralım!

Ve her gün kendimize hatırlatalım:
“Arkana bak. Ölümlü bir insan olduğunu hatırla! Ölümü hatırla!”

“Tüm Hakları Saklıdır”

Kayıvalidem Michiyo ve Hayatın Anlamı…

Kayınvalidem Michiyo ve Hayatın Anlamı…

Doç. Dr. Şafak Nakajima

65 yaş üzeri gençlere yönelik doğal tedavi yöntemleri konusunda bir yazı hazırlamam istendiğinde, kızımla birlikte, çevremizde bu yaş grubuna dâhil olup da, kendisini hem sağlıklı hem de mutlu hisseden kimler olduğunu düşündük.

Birkaç aday arasında birincilik ipini, açık arayla kayınvalidem Michiyo Nakajima göğüsledi.

Japonya’nın, herkesin birbirini tanıdığı, düğünler ve cenazelerin tüm mahalle sakinlerinin ortak meselesi olduğu sevimli bir köşesinde doğup büyüyen kayınvalidem, pırıl pırıl pürüzsüz cildi, tek bir eksiği olmayan doğal dişleri, ışıltılı saçları, işine veya gezmeye giderken bindiği bisikletinin üzerinde bir genç kız endamında incecik bedeniyle,70’li yaşlarda da bir kadının ne kadar güzel, ne kadar sağlıklı, ne kadar sevgi dolu ve ne kadar üretken olabileceğinin, tanıdığım en muhteşem örneğidir.

Michiyo Nakajima, yüzünü ve ellerini Japonya’nın yakıcı güneşinden korumak için, beyaz şapka ve eldivenler takar, cildini kremlerle besler, hemen her zaman deniz ürünleriyle beslenir ama hep az yer. Dişlerinin çürümemesi için kolalı içecekleri ağzına sürmez.
Akşamları arkadaşlarıyla Japonların geleneksel Karaoke salonlarında buluşup, neşe ve coşkuyla şarkılar söyler.
Kitap okur.
Günde birkaç saat çalışğı işine düzenli gider.
Üç oğlunu, üç gelinini, yedi torununu her zaman düşünür, sahiplenir, kucaklar.

 

Hayatı hiç de kolay geçmemiştir bu güzel kadının.
Hiroşima’da ölmekten tesadüfen kıl payı kurtulmuş, büyük savaşta her şeyini kaybettikten sonra var olma savaşı vermiş bir ailenin kızıdır.
Savaş yıllarında pek çok yaşıtı gibi haftalarca süren açlığı yaşamıştır. Çok zayıf düşğü ve hastalandığı için, umudu kesen doktorlar hastaneden çıkarmış, evine, ölmesi için göndermişlerdir onu.
Ama ölmemiş, direnmiştir.

İyi ki de direnmiş!

Eşini genç yaşta kaybedip, üç erkek çocukla yaşam mücadelesi vermiş, ömrü boyunca kendi ekmeğini kendisi kazanmış ama analıkta da asla kusur etmemiş bir kadındır.
Michiyo, kadının sofradaki yerinin pirinçten sonra geldiği tarihlerdeki Japonya’nın, adsız kadın kahramanlarından biridir benim gözümde.
Sık sık seyahatlere çıkar, İstanbul’a da gelir.

Bir çocuk heyecanıyla gezer, dolaşır, kenti tanır, alış veriş yapar.
Enerjisi, tebessümü ve iyi niyetiyle, tüm sıkıntılara rağmen hayatın yaşanabilir güzelliklerle dolu olduğu inancını damarlarımıza zerk ederek uçar gider.
Michiyo Nakajima, ömrü boyunca gönül bankasına yatırım yapan, yürekte zengin bir kadındır.

Herkes, Michiyo Nakajima gibi değil elbette.
Olmayanlar ne yapmalı?
Sağlıklı ve mutlu bir ileri yaş süreci için bize düşen şimdi, bu soruya cevaplar bulmak olmalı!

Yaşın ilerlemesi, beraberinde fiziksel ve ruhsal pek çok değişim getiriyor.
Örneğin vücuttaki su ve kas oranları azalıyor, yağlanma ve damarlarda sertleşmeyle birlikte kan basıncı artıyor, aralarında beyin, karaciğer ve böbrekler de bulunmak üzere pek çok organın verimliliği düşüyor.
Gözler daha az görüyor, kulaklar zor işitiyor, yiyeceklerin verdiği tatları ayırt etmek güçleşiyor.
İyi ya da kötü huylu tümörlerin görülme sıklığı artıyor. Bu değişimler elbette herkes için aynı düzeylerde değil.
Gerek beden yapısı ve çevre, gerekse kişinin seçtiği yaşam tarzı, kayıpların derecesinde ciddi farklılıklar yaratabiliyor.

Gelişmiş toplumlarda insanlar giderek, doğal tedavi yöntemlerinin, daha sağlıklı ve mutlu bir yaşlılık dönemi geçirmede etkili olduğunu keşfediyorlar.
Örneğin Ohio State Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre, ileri yaş grubu Amerikalıların % 70’i, sağlık sorunlarının çözümünde alternatif ve doğal tıp yöntemlerine başvuruyorlar.
Fakat vücudun daha hassas olduğu ve sıkıntılarla başa çıkmada zorlandığı bir süreç olan altın yıllarda, bilinçsiz yapılan doğal tedaviler ciddi sıkıntılara yol açabiliyor.

İleri yaş gruplarının en sık görülen rahatsızlıkları arasında bulunan romatizmal tutulmalar, Alzheimer ve uyku bozuklukları gibi pek çok kronik hastalıkta, yıllarca kullanılan ve çoğu kez sorunu çözmede çok fazla işe yaramayan ilaç tedavileri, karaciğer ve böbrek tahribatına yol açabiliyor.

Akupunktur, zihinsel iyileşme odaklı uygulmalar, yan etkisiz olmalarının yanı sıra, tedavide çok yararlı sonuçlar verebilecek seçeneklerimiz arasında.

Benim, bir doğal ve biyopsikososyal bütüncül bir hekim olarak, ileri yaş grubu hastalarımda en önemle üzerinde durduğum alan ruh sağlıkları.
Zira ilerleyen yıllarla birlikte depresyon, ciddi bir sağlık problemi haline geliyor.
Beden gücünün azalmasının yanı sıra, iş hayatından uzaklaşma, çocukların evden gitmesi ve bazen eş ve arkadaş kayıplarının yol açtığı derin amaçsızlık ve yalnızlık duyguları bu sorunun kaynaklarını oluşturuyor.

Batı’da aile dokusunun çözülmesiyle yalnızlaşan yaşlılarda, genel nüfusa oranla altı misli fazla olan intihar oranlarının, ülkemizin de yakın gelecekte bir sorunu haline gelme olasılığı, kanımca hayli yüksek.

İleri yaşlarda beslenme ve emilim sorunlarına bağlı olarak ortaya çıkan, depresyon, hafıza ve duyu kayıplarına yol açabilen ve kolaylıkla tedavi edilebilen B12 vitamini yetmezliği, hekimler tarafından sıklıkla atlanmakta.
Yine Çernobil nükleer kazasıyla ilintili olarak çok arttığını düşündüğüm tiroit hormon sorunları da gözlerden kaçmakta.
Tiroit bezi, vücudun metabolizmasını, aktivitesini, kısacası hayatiyetini düzenleyen en önemli hormonlardan bir grubu salgılıyor.
Sorun saptandığı takdirde yapılacak dikkatli bir tedavi kişiye, bitkinlik ve ağır bir depresyondan, coşkulu ve dinamik bir yaşama geçişin anahtarını kazandırabilir. Hekiminize bu konuları danışınız!

Zihin, beden ve sosyal yaşam bir bütün ve sağlık için hepsinin dengede olması gerekiyor.

Yaşamı yeniden anlamlı ve amaçlı hale getirecek holistik zihinsel uygulamalar, depresyon tedavisi yanında, yaşam kalitesini arttırma ve başka fiziksel rahatsızlıkların düzelmesinde büyük yarar sağlıyor.
Çevremizdeki insanlara ve doğaya karşı sorumluluk ve algımızı arttırmayı hedefleyen bir iç görü çalışması olan Naikan, benim en severek uyguladığım Japon zihinsel iyilik yöntemi.
Yaşamı anlamlandıran felsefi söyleşiler, rüya analizleri, meditasyon çalışmaları da ileri yaş grubu depresyonlarının, yan etkisiz ve ilaçsız tedavisinde kullandığım çok değerli yöntemler arasında bulunuyor.

Akupunktur, ülkemizde yalnızca bir zayıflama ve sigara bırakma yöntemi olarak biliniyor ne yazık ki! Oysa bilgili bir akupunktur uzmanı, her yaş grubundan hastaya depresyon, uykusuzluk, ağrılar, yüksek tansiyon, diyabet, vücut savunma sistemi zayıflıkları gibi yaygın sorunların çözümünde ciddi tedavi seçenekleri sunabilir. Akupunktur, ehil ellerde, yan etkisiz ve çok yararlı bir doğal tedavi yöntemi olduğunu bilmek gerekiyor.

İyi bir masaj terapisti, haftada bir yapacağı uygulamalarla ruh ve bedeninizde tarifsiz mucizeler yaratabilir. Kokularla tedavi anlamına gelen aromaterapi, tek başına bir kür metodu olmamakla birlikte, stres kontrolünde, yine yan etkisiz ve üstelik çok keyifli bir yöntem olabilir. Küçük bir aromaterapi haznesinde, alttan bir mumun yaydığı ısıyla serbestleşip odanıza dolacak lavanta kokusu huzur, portakal ise enerji getirerek, yaşamınızı cazip kılabilir. Aromaterapi, kendi başınıza uygulayabileceğiniz ve çok ekonomik bir seçenektir.
Sebze ve meyvelerin sofranızda bol miktarda bulunmasının, yaşla birlikte artan vitamin, mineral ve enzim ihtiyaçlarınızı karşılayarak, saç dökülmesinden cilt kırışıklıklarına, uykusuzluktan, kabızlık ve eklem ağrılarına kadar pek çok sıkıntınızı önleyeceğini unutmamanızı dilerim.

Her gün sağlıklı bir tempoda yapılacak yürüyüşler, bitki ve evcil hayvan yetiştirmek, dostlar edinmek, kitap okumak, gençlerin dünyasına sevgiyle dâhil olmak, hiçbir doktor reçetesine ihtiyaç duymaksızın yapabileceğiniz doğal tedavi yöntemleri arasındadır.

Ben, bunca yıllık hekimlik deneyimim sonunda, doğal yollardan sağlıklı, mutlu ve verimli olmanın formülünün 3M de toplandığını keşfettim: Merak, Mizah ve Merhamet.
3M’si olanın her şeysi var gibi görünüyor. Heyecan ve coşkunun kaynağı Merak, yaşamın kaçınılmaz zorluklarına göğüs gerebilme gücü veren Mizah ve sevme, sevilebilme, dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilmenin hazzını yaşatan Merhamet duyguları.

Michiyo Nakajima, 3M gizli formülünü benden çok önce keşfetmiş ve yaşamaya başlamış belli ki!

Fotoğrafta kayınvalidem Michiyo, torunlarıyla yemekte.

“Tüm Hakları Saklıdır”

Akatizi

AKATİZİ

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Tıbbın, insanı biyolojik, psikolojik ve sosyal bütünlüğü ile ele almaması, hekimlerin büyük çoğunluğunun, tüm bu alanları değerlendirip hastalarına yol gösterecek donanımdan yoksun olması, giderek akıl almaz boyutlara ulaşan antidepresan ilaç uygulamalarının önünü açıyor.

İlaç kullanımının, çok detaylı bir değerlendirmeden sonra, hastanın yaşamsal işlevlerini ileri düzeyde kısıtlayan majör depresyon, psikotik bozukluklar gibi psikolojik süreçlerle sınırlandırılması gerekirken, her yakınması olan kişiye, altta yatan neden ne olursa olsun, kolaylıkla ilaç yazılıyor.
İlaç firmaları, ilaçlarla ilgili araştırmaların çok büyük bir bölümünü finanse ettiği gibi, araştırıcıların da çoğunluğunun, bu firmalarla doğrudan veya dolaylı ilişkileri olduğu biliniyor.
Antidepresanların yan etkilerini gizleyip, olmayan ‘’etkileri’’ varmış gibi gösteren çarpıtılmış araştırma bulgularıyla, ilaç sanayinin kasaları doluyor.
Bu konuda kapsamlı bilgi edinmek isteyenler, Harvard Üniversitesi akademisyenlerinden Irving Kirsch tarafından yazılan ve dilimize de çevrilen ‘’Antidepresan Efsanesinin Sonu’’ kitabından yararlanabilirler. İngilizce bilen okurlarım ise, çok geniş kaynaklara kitaplar ve internet üzerinden kolaylıkla ulaşabilirler.

Bugün sizlere, antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanımının artışına paralel artış gösteren ve benim de ilaç kullanan ve ilaçsız tedavilerden yararlanmak amacıyla bana başvuran hastalarımın bazılarında rastladığım çok önemli bir ilaç yan etkisinden söz edeceğim:
Akatizi (Akathisia)

Akatizi Yunanca bir sözcüktür.
Yerinde duramamak, oturamamak anlamına gelir.
Beyin biyokimyasını değiştiren bazı ilaçların yol açtığı, fiziksel huzursuzluk hissine dayanan bir tablodur.

Akatizi, kurbanın hayatının her yerine nüfuz eder.
Hasta huzursuzdur ne ayakta durabilir ne de oturabilir.
Bir güç tarafından ele geçirildiğini hissedebilir.
Kendi bedeninin dışına çıkmak ister.
Delireceğine inanır.
Sürekli pozisyon değiştirir.
Durmadan yerinde ileri geri sallanabilir.
Karıncalanmaları ve titremeleri vardır.
Cildinin altında kurtlar, böcekler geziyormuş hissine kapılabilir.
Bacaklarını sallayabilir veya çaprazlayabilir, kıstırabilir; huzursuzluk nedeniyle, ağırlığını sürekli bir ayağından diğerine geçirebilir.
Otururken ayaklarına dokunabilir.
Yürürken diz çökebilir.
Ayaklarını sanki yürüyüş yapıyormuş gibi kaldırabilir.
Tempolu hareketler yapar.
Aşırı ve dayanılmaz bir huzursuzluk hissine, sinirlilik, panik, gerginlik, kaygı, uykusuzluk, karamsarlık, sabırsızlık eşlik eder.
Hiç düzelemeyeceğine inanır.
Akatizi bazen şiddet, saldırganlık dürtüsü veya intihara da yol açabilir.

Akatizinin ilaca bağlı nedenleri arasında şunlar vardır:
En büyük neden, birinci kuşak antipsikotik ilaçlardır. Bu ilaçları alan hastalarda, dozaja bağlı olarak %50 ila%80 oranında akatizi görülmektedir. Dopaminin azalmasının akatiziye neden olduğu düşünülmektedir.

Modern antipsikotik, nöroleptikler arasında yer alan Aripiprazol (Abilify), Ketiapin (Seroquel ), Risperidon (Risperdal) ve Olanzapin (Zyprexa) gibi ilaçları kullananlarda ise, akatiziye rastlanma olasılığı, % 30 ila % 40 arasındadır.

Çok yaygın kullanılan SNRI (seçici serotonin ve norepinefrin baskılayıcı) ve SSRI (selektif serotonin geri alım baskılayıcı) antidepresanlar da akatiziye yol açabilir.
Bunlar arasında, Paroksetin (Paxil, Seroxat), Escitalopram (Cipralex), Fluoksetin (Prozac), Sertralin (Lustral), Duloksetin (Cymbalta), Venlafaksin (Effexor) sayılabilir.
Bu ilaçları alan hastaların%20’si, akatizi semptomlarından mustariptir.

Toparlayacak olursak:
Antidepresan kullanan hastaların %20’si.
Nöroleptik (yeni antipsikotikler) kullanan hastaların%30-40’ı.
İlk kuşak antipsikotik ilaçlar alan hastaların%50 ila%80’i, doza bağlı olarak değişen akatizi belirtileri gösterebilir.

Akatizi, ortaya çıkış zamanlamasına göre farklılıklar gösterir:

Akut akatizi, antipsikotik kullanımından kısa bir süre sonra gelişen akatizi olarak tanımlanır. Birkaç saat içinde ortaya çıkabilir ve altı ay sürebilir.
Tardif akatizi, hastanın ilacı almaya başlamasından birkaç ay ya da yıl sonra gelişen akatizidir. Tardif, “geç görünen” anlamına gelir.
Kronik akatizi, altı aydan fazla süren akatizidir.
Geri çekilme akatizi ise, kokain veya opiatlar gibi yasadışı uyuşturucuların veya bazı reçeteli antipsikotikler veya antidepresanların bırakılmasıyla ortaya çıkar.

Burada önemli bir ayrıma dikkatinizi çekmek isterim.
Akatizi genellikle tardif diskinezi denilen benzer bir tabloyla karıştırılır.
Her ikisi de tekrarlayan, amaçsız hareketleri içerir.
Her ikisi de nöroaktif ilaçların yan etkileridir.
Her ikisi de aylar veya yıllarca reçeteli ilaç kullanımından sonra ortaya çıkar ve genellikle ilaç durdurulduğunda düzelme görülür.
Ancak aralarında önemli farklılıklar vardır.
Akatizi çoğunlukla bacakları ve/veya gövdeyi içerir.
Diskinezi genellikle, yüz ve kolları da etkiler.
Diskinezi hastaları hareket ettiklerinin farkında değilken, akatizi hastaları farkındadır.

Akatizi, diskinezi, parkinsonizm ve tardif distoni tabloları, ekstrapiramidal sendromlar (EPS) olarak adlandırılan durumlardır.

Hepsinin benzerlikleri vardır ve aynı hastada birlikte görülebilirler.
Mide bulantısı ve migren ilaçları, nadir durumlarda akatiziye yol açabilir.
Parkinson hastalığı, travmatik beyin hasarı ve ensefalit de akatiziye neden olabilir.
Akatizi ve Huzursuz Bacak Sendromu bazı bulguları paylaşır.

Her ikisinin de benzer mekanizmalardan kaynaklandığını gösteren kanıtlar vardır.
Hem Huzursuz Bacak Sendromu hem de akatizi, serotonin iletiminin artması ve dopamin eksikliği ile ilişkilidir. Ayrıca, akatiziye neden olan ilaçlar, Huzursuz Bacak Sendromuna da neden olabilir.

Maalesef ülkemizde ve dünyada, bu ilaçları reçete eden pek çok doktor, akatizi hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Beyin biyokimyasını değiştiren ilaçların kullanımının artışına paralel artış göstermesine karşın sıklıkla gözden kaçan ve kişinin yaşam kalitesini düşüren akatizinin hastalar ve hasta yakınları tarafından tanınması önemlidir. Hastaların bilinçlenmesi ve doktorlarını yaşadıkları yan etkiler konusunda bilgilendirmeleri hayati önem taşır.
Bulguları fark ettiğiniz takdirde, doktorunuzu bilgilendirin.

Yukarıda söz ettiğim geri çekilme tablosunun ortaya çıkmaması için, doktorunuz tarafından farklı bir tedavi protokolü oluşturmak gerekeceğinden, ilacınızı hiçbir zaman, doktor kontrolü olmaksızın, kendi başınıza, birdenbire bırakmayın.

Akatizi Görsel: Nikos Gyftakis

“Tüm Hakları Saklıdır”

Evlilikte Sınırlar

EVLİLİKTE SINIRLAR

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Evlilik, mutluluk ve mutsuzluğun birbirine karıştığı karmaşık bir ilişkidir. Büyük umutlarla başlayan evlilik zamanla, hayatın zorluklarını birlikte aşmada sevgi ve güven dolu bir destek kaynağı olabileceği gibi, boyuna dolanan yağlı urgana da dönüşebilir.

İyi bir evlilikte hem sizin hem eşinizin sevilip takdir edildiğini ve saygı gördüğünü hissetmeniz beklenir. Bu ise aranızda sağlıklı sınırlar çizmenizle mümkündür.

Evliliğinizde sınırları belirlerken, her birinizin bireyselliğini sürdürmesine dikkat etmelisiniz. Birisiyle birlikte yaşadığınızda, giderek kendinizi kaybetmeniz ve o kişinin bir parçası haline gelmeniz sandığınızdan çok daha kolaydır. Sürekli bir arada olmanız, zamanla kişisel ihtiyaçlarınızı ve ilgi alanlarınızı ihmal etmenize yol açabilir. Bunu önlemek için kendinize ait zamana sahip olmanız önemlidir.

Ayrı zamanlar geçirmek, her şeyi kendi başınıza yapıp eşinizi ihmal etmeniz anlamına gelmez. Ancak Siyam ikizi gibi her dakika bir arada olmak da evliliğinize, en az kayıtsızlık kadar zarar verebilir.

Ayrı zamanlar, her eşin kendi ilgi alanlarını keşfetmesine ve kişisel gelişimine odaklanmasına olanak tanır. Yeni hobiler edinmek, yeni beceriler öğrenmek veya kişisel hedeflerinizi gerçekleştirmek için bu zamanı kullanabilirsiniz. Böylece stresinizi de daha iyi yönetip zihin sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Karşılıklı uzlaşarak planladığınız ayrı zamanlar, birbirinizi daha çok takdir etmenize, özlemenize yardımcı olup, birlikte geçirdiğiniz zamanı daha kıymetli hale getirebilir.

Evlilikte duygusal sınırlar kritik önem taşır. Duygusal sınırların ihlali, aşağılama, takdir etmeme, umursamama şeklinde olabilir ve kişinin kendine güvenini zedeler. Çiftlerle yaptığımız çalışmalarda öncelikle üzerinde durduğumuz bu alanın iyileşmesi, tarafların iyi iletişim becerileri geliştirmesini gerektirir.

Duygusal sınırlarınızı belirlerken, yargılanma korkusu olmadan gerçek duygularınızı saygılı fakat açık bir dille ifade edebilmeli ve eşinize de aynı alanı açmalısınız. Bunu başardığınızda, karşılıklı duygu ve ihtiyaçlarınızı anlar, aranızda daha güçlü duygusal bağlar kurabilirsiniz.

Evlilikte fiziksel sınır ihlali, bir eşin diğer eşin kişisel alanını, vücudunu veya mal varlığını istismar etmesi demektir.

Sürekli olarak eşin özel eşyalarını karıştırmak veya gizlice kişisel yazışmalarını okumak gibi davranışlar kişisel alan ihlalidir.

Kişisel eşyaları izinsiz kullanmak, tahrip etmek veya çalmak gibi davranışlar ise mülkiyet ihlalidir.

Fiziksel sınırlar konusunda iş birliği yapmaya odaklanmanız, kişisel alana saygı göstermeniz, her ikinizin de evinizde mutlu, güvende ve rahat hissetmenize yardımcı olur.

Evliliklerde sık sık meydana gelmesine rağmen cinsel sınır ihlali nadiren konuşulan bir konudur. Cinsel sınır ihlali, cinsel istismar, psikolojik veya fiziksel baskıyla ilişkiye zorlama ve tehdit gibi davranışları içerir. Siz ve eşiniz, birbirinizin cinsel beklenti ve ihtiyaçlarını anlamak için açık ve dürüst konuşmalar yaparsanız, bu alanda sağlıklı sınırlar çizebilirsiniz.

Sınırları çizme konusundaki zorluklarını aşmak isteyen çiftler, profesyonel danışmanlık alarak bu süreci daha etkili bir şekilde yönetebilirler.

“Tüm Hakları Saklıdır”