MEMENTO MORİ
Doç. Dr. Şafak Nakajima
Yaşamın alışageldiğimiz akışının çok değiştiği bir dönemden geçiyoruz…
Sabahları alarmın çalmasına gerek yok çoğu insan için…
Uykumuz, güneşin doğuşunu bekleyebiliyor…
Rutin işlerimizden, alışkanlıklarımızdan, ilişkilerimizden gitgide uzaklaşıyoruz…
Pek sorgulamadan içine yerleştiğimiz kalıplarımızdan çıkmak zorunda kalmamızın bence olumlu yanları da var…
Yeni gerçeklere uyanıyoruz!
Yaşamımızdaki öncelik sıralamasını gözden geçirmemiz, önemsemediğimiz ya da ertelediğimiz pek çok şeyin aslında yaşamın en derin anlamlarını barındırdığını fark etmemiz gibi…
Canımızın; bedenimize nereden nasıl gireceğini bilemediğimiz için etrafa dokunurken bizi şekilden şekle sokan bir virüsün insafına kalması gibi…
Her an o insaftan mahrum kalmamızın çok mümkün olması gibi…
Modern hayatta ölümü düşünmekten, ölüm hakkında konuşmaktan hoşlanmıyoruz.
Popüler kültür bize sonsuza kadar genç kalabileceğimiz, hayatımızın neredeyse hiç bitmeyeceği yalanını pompalıyor.
Yaratılan bu mitos, ölüm üzerine tefekkürü fazla iç karartıcı, fazla demode ve fevkalade gereksiz buluyor.
Oysa 20. Yüzyıla dek ölüm üzerine düşünmek, iyi, anlamlı ve erdemli bir yaşam sürmek için bir motivasyon aracı olarak görülürdü.
Roma İmparatoru ve Stoacı filozof Marcus Aurelius şöyle der:
“Yapacağın, söyleyeceğin ya da niyet edeceğin her şeyin, ölmekte olan bir kişininki gibi olmasına izin ver.”
Yani içten, duyarlı, kibir ve hırstan arınmış…
Seneca’ya göre ölüm karşısında huzursuz olmak, onu önceden düşünmemekten kaynaklanır:
“Öteki dünyaya doğum tarihleriyle çağrılmıyoruz. Tanrı ertesi gün bize bir gün daha bağışlarsa, onu sevinçle karşılayalım. Ertesi günü endişesiz bekleyen kimse, çok mutlu ve huzurlu yüreğiyle kendine hâkim bir insandır. Ömrünün tükendiğini söyleyebilen insan, her sabah yeni bir kazançla yatağından kalkar.”
Seneca, Ahlak Mektuplarında Lucilius’a şunu yazar:
‘’Dikkat edersen hayatımızın en büyük bölümü kötü iş yapmakla, büyük bir bölümü hiçbir iş yapmamakla, tüm yaşamamız da yapmamız gerekenden başkasını yapmakla geçiyor. Zamana değer veren, gününün değerini bilen, her gün biraz daha ölmekte olduğunu anlayan bir kimse gösterebilir misin bana?’’
Seneca’ya göre, gerçekten yaşayan insan, başkalarına yararlı olan insandır. Tembeller ve yaşama hiçbir katkıda bulunmayanlar ölmeden önce ölmüş ve mezara girmiştir zaten.
İyi bir yaşam sürmek, ölümü hatırlamakla yakından ilgilidir.
Memento Mori, “Ölümü hatırla” demektir ve bu Latince ifadenin ilginç bir tarihi vardır.
Roma İmparatorluğu döneminde, büyük bir askeri zaferden sonra, dört at tarafından çekilen arabasında oturan komutan, büyük tezahüratlar arasında kentin sokaklarından geçer.
Askerlerin ve halkın gözünde, adeta bir ilah gibidir.
Ama aynı arabanın içinde, bir başkası vardır. Komutanın hemen arkasında oturan bu kişi, bir köledir.
Tek bir sorumluluk taşır; tören boyunca komutanın kulağına sık sık şu sözleri fısıldar:
“Respice post te. Hominem te esse memento. Memento mori!”
“Arkana bak. Ölümlü bir insan olduğunu hatırla! Ölümü hatırla!”
Bizler de hatırlayalım!
Böylece, ölümün kapısında bırakmak zorunda kalacağımız öfkenin, kinin, nefretin, intikam hislerinin, ayrımcılığın, düşmanlıkların, telaşların, endişelerin, korkuların, hırsların ve kibrin farkına varalım.
Varalım ki; onları ömrün son anına dek sırtımızda taşımayalım!
İçtenliğe, sevgiye, dostluğa, şefkate, vicdana, akla, sevince, neşeye, dürüstlüğe, dayanışmaya, sanata, güzelliğe, eşitliğe, özgürlüğe, umuda yer açalım!
Sınırlı zamanımızı, geride daha iyi bir dünya bırakmak için yapmamız gereken şeylerle dolduralım!
Ve her gün kendimize hatırlatalım:
“Arkana bak. Ölümlü bir insan olduğunu hatırla! Ölümü hatırla!”
“Tüm Hakları Saklıdır”