Blog

Wabi-Sabi

WABİ-SABİ

DEĞİŞİM KAÇINILMAZDIR VE KUSUR GÜZELDİR!

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Etrafınıza bir bakın!

Mükemmel olmaktan uzak, sayısız şey göreceksiniz!

Masanızın üzerindeki dağınıklık, kirlenmiş giysileriniz, kördüğüm trafik, halıdaki lekeler, yarısını okuyup öylece bir kenara bıraktığınız kitaplar, eskiyen eşyalarınız, artık eskisi gibi sık sık aramayan sevgiliniz, sizin ya da yakınlarınızın hastalıkları, kayıplar, şakaklarınızda beliren beyazlar ve gözlerinizi çevreleyen çizgiler…

Tüm bunlar, birer kusur gibi görünür gözümüze…
Kusur, ideal olandan uzaklaşmak demektir.
Ve kusur her yerdedir; ayrılmaz bir parçasıdır yaşamın…
Çünkü yaşamda her şey değişir; eski formunu kaybeder.
Zamana direnmek imkânsızdır!

Oysa bizler değişimi kabullenmek istemeyiz; ret ya da inkâr ederiz.
Eşyalarımız hiç eskimemeli, bozulmamalı, ne biz ne de yakınlarımız hiç yaşlanmamalı, hastalanmamalı ve ölmemelidirler.
Değişimi kabullenememe ve inkâr; endişeyi, yargılamayı, öfkeyi, düş kırıklığını, ‘’kötü şeyler hep benim başıma geliyor!’’ diyen kurban bilincini, matem ve utancı da getirir beraberinde.
Kısır bir endişe, öfke ve üzüntü sarmalına gireriz.
Kendimiz ve çevremizle ilişkilerimiz bozulur; huzursuzluk ve mutsuzluğumuz artar…
Ve sonunda, sağğımız bile bu durumdan olumsuz etkilenir…

Oysa bilimsel araştırmalar, değişim karşısında sakin kalabilmeyi başaran insanlarda stresin azaldığını, odaklanmanın arttığını, endişe ve depresyona çok daha az rastlandığını gösteriyor.
Değiştirilemeyecek gerçekler karşısında, akıntıya karşı nefes nefese yüzmeye çalışırken boğulup gitmek yerine, yaşamla beraber akmayı öğrenmek gerekiyor.
Elbette yapılabilecek her şeyi yapmak!

Ama aynı zamanda, mükemmel diye bir şey olmadığının farkına varmak…
Kusurun içindeki güzelliği ve yaratıcılığı görmek…
En güzel yüzün kırışacağını, en düzgün yapılmış yatağın bozulacağını, en sağlıklı bedenin hastalanacağını, en derin ilişkinin bir gün biteceğini, en keyifli tatilin sona ereceğini, en uzun ömrün bile sonsuz olamayacağını anlamak…
Güzelken güzelliğin, değişirken değişimin içindeki olağanüstülüğü keşfetmek…

Anlattıklarıma ışık tutması için, sizleri bir Japon felsefesiyle tanıştırmak isterim:
Wabi-Sabi.
Wabi sözcüğü Japonca’ da, sade bir zarafet ve ruhani bir var oluş anlamına gelir.
Sabi ise, kaçınılmaz değişimin sonucu ortaya çıkan kusurların güzelliği demektir.
Bu iki sözcük bir araya geldiğinde, kusurlu ve alışılmadık bir güzellik tanımlar.
Wabi-Sabi bizleri, yaşamın geçiciliğini ve kusurluluğunu fark etmeye davet eder.
Kontrolsüz bir öfke ya da üzüntü yerine, değişimi sakin bir kalple kabullenip yaşamın kusurlarında saklanmış olan güzelliği keşfetmeye çağırır.
Sadelik ve alçak gönüllülükle…

Wabi-Sabi, gözümüzün önünde duran bir gerçeğe işaret eder:
Yaşamda her şey hareket halindedir ve hiçbir şey tamamlanmış değildir.
Bir akıştır yaşam…
İyi bir yaşam yolu; ruhu eğiterek, bu akışı sakince gözleyebilmekten geçer.
Yaşam sanatında ustalaşmak da zaten, bu değil midir?

Görsel:  Takahiro Kimura

“Tüm Hakları Saklıdır”

Panik Atak

PANİK ATAK

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Panik atak bir akıl hastalığı değildir.
Zaman zaman ortaya çıkan, yüksek düzeyde bir endişe reaksiyonudur.
Eğer ciddi bir panik atak yaşadıysanız, bu deneyimin hayatınızın en şiddetli korkusu olduğunu düşünebilir, o esnada öleceğinizi bile sanmış olabilirsiniz.

Atağa nerede, ne zaman ve hangi koşulda yakalanacağınızı bilememeniz, daha da ürkütücüdür.
Çoğu kez sıradan bir günde, ortada ciddi bir sorun ya da tehlike yokken, süpermarket, otobüs, sinema gibi sıradan yerlerde ortaya çıkar.
Panik atak yaşamınızı, günlük aktivitelerinizi, ilişkilerinizi, işinizi, yolculuklarınızı bile etkiler.
Kalbinizin veya başka bir önemli organınızın hasta olduğu korkusuyla, sayısız doktora muayene olursunuz.
Hastanelerin acil servisleri, sizi yakından tanır.
Gerçekten hasta olmayan bir ‘’hasta’’ olarak!
Hiçbir sorununuz olmadığı söylense de, siz iyi olmadığınızın farkındasınızdır.
Panik atak belirtilerinden bazıları şunlardır:

• Çarpıntı, kalbin yerinden çıkacakmış gibi atması
• Terleme, yanma, ateş basması veya üşüme
• Nefes alma zorluğu, tıkanma ve boğulma hissi
• Hava açlığı
• Baş dönmesi, göz kararması
• Ağız kuruluğu
• Bayılacakmış gibi hissetme
• Titreme
• Bulantı
• Vücutta uyuşma, karıncalanma
• Geğirme,
• Karın ağrısı
• Göğüste sıkışma ve ağ
• Ölmekten korkma
• Kontrolü kaybetme, başkalarına zarar verme ve delirme korkusu
• Acil idrar ve dışkılama ihtiyacı
• Kendini hissedememe, yabancılaşma
• Ortamdan kopma, çevrenin gerçek olmadığını düşünme
• Uzaklaşma ve kaçma isteği

Doktorlar size, sorununuzun panik atak olduğunu söylediğinde ise, akıl hastası olduğunuz korkusunu yaşarsınız.
Panik atak, doktorlar ve kişinin yakın çevresi tarafından, ‘’ciddi bir sağlık sorunu olmamasına rağmen ortalığı ayağa kaldırmak’’ gibi algılandığından, ayrıca dayanılması zor bir durumdur.

Panik atağın neden ve nasıl ortaya çıktığını öğrenseniz, onunla başa çıkmada çok yol kat edersiniz. Maalesef çoğu hekim hastasını bu konuda yeterince aydınlatmaz ve yaşanan bulgular hastanın ve yakınlarının yaşamlarını altüst ederken, gereksiz tıbbi uygulama ve harcamalara yol açar.
Örneğin; panik atağın en tipik bulgulardan biri olan kalbin fırlayacakmışçasına çarpmasının nedeni, kana fazlaca adrenalin salınmasıdır. Adrenalin, bizi savaşmaya ya da kaçmaya hazırlayan hormondur. Savaşan veya kaçan insanın kasları daha fazla kana ve oksijene ihtiyaç duyar.Bu ihtiyacı karşılamak için kalp atışları hızlanır, nefes alıp verme sıklaşır. Terleme, vücudun savaşırken ya da kaçarken aşırı ısınmasını engellemek içindir.
Acil bir durumda sindirim önemsiz kabul edilip ertelendiğinden kan, mide ve bağırsaklardan alınıp büyük kaslara gönderilir. Kansız kalan sindirim sistemi ise, bulantı ve ağız kuruluğu yapar…

Ayrıca çoğu hasta, bilimsel doğal tedavi yöntemlerinden habersizdir ve ilaç dışında bir çözüm olmadığına inanır.
Oysa, endişe bozukluklarını, -istisnai bazı durumlar dışında-, ilaçsız yönetmek mümkündür. “Endişesiz İlaçsız”’ adlı kitabımda, endişe bozukluklarının nedenlerini ve uyguladığım bilimsel doğal tıbbi tedavi yöntemlerini anlattım. Ayrıca kitapta, kendi başınıza uygulayabileceğiniz bazı yardımcı yöntemlere de yer verdim.

Depresyon ve kaygı bozukluklarının doğal tedavilerinde ilk basamak, nedenlere yönelik kapsamlı biyopsikososyal bütüncül bir tıbbi değerlendirmenin yapılmasıdır.
Sorun, metabolik ya da hormonal olabileceği gibi, stres yönetiminde zorlanmanın sonucu da ortaya çıkabilir.

Biyopsikososyal tıp yöntemleri, bilimsel, güvenilir ve etkin ilaçsız tedavi seçenekleri sunar.
Zihnini ve yaşamını değiştirme konusunda sorumluluk üstlenen ve hekimiyle iş birliği yaparak tedavi sürecine aktif biçimde katılan hastalarda, başarı şansı yüksektir.

“Tüm Hakları Saklıdır”

Ölçü Mutluluk Olunca

ÖLÇÜ MUTLULUK OLUNCA

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Çocukların ödevlerine yardım etmek, annelerin görev listesinin kaçıncı sırasında yer alır bilemem ama benim için bir dönem, birinci sıradaydı.

Küçük kızım birkaç yıl önce, kültürünün diğer yarısını yaşama arzusuyla, lise eğitimi için Japonya’ya gitti.
Bu gidiş pek de kolay olmadı!
Japonya’da okuduğu okulun eğitim modeli, bizdeki gibi, öğrencilere kavramları hazır sunup ezberletme yerine, bilgiyi derleme, analiz ve sentez etme becerilerini kazandırmayı amaçlıyordu.
Bu durum, onun için büyük bir değişimdi.
Yetmezmiş gibi, her konuda nazını çeken annesinin yerini, kendisinden bir yetişkin sorumluluğuyla davranmasını bekleyen Japon babaanne almıştı.
Tüm bunlar, bizim atarlı ergeni epey bunalttı.

Neyse ki, şanslı bir dönemin çocuğuydu ve Skype denen olağanüstü iletişim aracı yardımımıza yetişti.
Babaannesinden dağınık odası için yediği fırça darbelerinin izlerini silmek üzere, 7/24 terapi hizmeti sunmak bana düştü.
Matematik ve fen bilimlerinde başarılı olan kızım, dil ve sosyal bilimler derslerinden hiç hoşlanmadığı için, Japonya’da saatin bizden ileri olması nedeniyle, saat farkından kaynaklanan hızlanmış zamana karşı yarışarak bu konularda acil ödev düzeltme görevi yine benim oldu.

Bir Pazartesi akşamıydı.
Panik içinde beni aradı ve ertesi gün iki sınavı olduğunu, bir de bir sunum yapması gerektiğini, bir şeyler hazırladığını ama yazdıklarını toparlayacak zamanı kalmadığını, bunu da yalnızca benim yapabileceğimi söyledi.
Konu ne diye sordum.
”Butan” dedi.
”Butan mı? Nereden çıktı Butan?”

Soruyu sorarken bir yandan da Butan’ın, Asya’da küçük bir devlet olmasından başka hiçbir bilgiye sahip olmadığımı geçiriyordum aklımdan.
Sınıflarında herkese, tanıtmak üzere bir devlet verilmiş ve kendisine de Butan düşştü.
Görevi mecburen kabul edip, bilgisayarın başına oturdum ve araştırmaya başladım:
”Butan, Himalayaların uzak bir köşesinde, 750 bin nüfuslu bir krallıktır.

Batısında ve güneyinde Hindistan, kuzeyinde Çin yer alır.
Butan’ın kendi dillerindeki ismi,”Druk-Yul”, yani gök gürültüsü ejderhasının ülkesi demektir.”

Okudukça, çok enteresan bir ülkeyle karşı karşıya olduğumu fark ettim.
Yabancılara ve uluslararası medyaya kapılarını 1974 yılında açan Butan’a televizyon, 1999 yılında girmiş.
2006 yılında parlamenter rejime geçilmiş.
Butan’ı ilginç kılan en önemli unsursa, ülkede 1972 yılında Kral Jigme Singye öderliğinde geliştirilen bir kalkınma ilkesi.
Bu ülkede “Gayri Safi Milli Mutluluk” diye bir kavram var.

Çoğunuzun bildiği üzere, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH), bir ülkenin vatandaşlarının, bir yılda ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, para cinsinden karşılığı demektir.
Ülkeler gelişmişliklerini sıklıkla, bu değerle ölçerler.
Butan ise, bunun halk için gerçekten önemli bir ölçek olamayacağını düşünmüş ve yerine Gayri Safi Milli Mutluluk kavramını koymuş.

Butanlılar, sözde kalkınmış ekonomilerin, doğayı tahrip ederek ve insanları sadece tüketime para yetiştirmek için hiç sevmedikleri işlerde çalışmaya zorlayarak mutsuz ettikleri sonucuna varmış.
Gelinen noktada gerçek başarı, ‘mutlu olabilmek’ şeklinde tanımlanmış.
Bu amacı gerçekleştirmek için, dört ilke belirlemişler:

1. Kendine yetebilen bir ekonomi inşa edebilmek

2. Ekonomiyi doğaya zarar vermeden geliştirmeyi, doğanın korunmasını, ekonomik kalkınmadan çok daha önemli kabul etmek

3. Şeffaf, denetlenebilir ve adil bir hükümet kurmak

4. Kültürel değerleri korumak

Bu ilkelere göre mutluluk, tüketime ve dış faktörlere bağlı değil, doğal dünyada, huzurlu ve dengeli bir toplumda, kültürel mirasla tam uyum içinde, kendine yeten yaşamlar sürmek olarak tanımlanıyor.

Butan’daki Gayri Safi Milli Mutluluk tasviri, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında, şeffaf ve adil bir yönetimin, çevrenin ve kültürel değerlerin korunmasının ne denli hayati öneme sahip olduğunu vurguluyor.
Hükümetin birincil görevinin, halkı mutlu etmek olduğu, anayasalarında yazılı.

Gayri Safi Milli Mutluluk kavramının kabulüyle birlikte, rahatlık ve mutlulukta en önemli yeri tutan eğitim, sağlık, konut, ısınma ve kültür hizmetleri, halka ücretsiz sunulmaya başlanmış.
Şiddet içeren programlar, sigara ve plastik torbalar, halkın mutluluğunu azaltacağı için yasaklanmış.
Devletin performansı matematiksel yöntemlerle ayrıntılı bir biçimde hesaplanıp, endeks haline getiriliyor.
Butan’da anne ve bebek ölüm oranları hızla düşüyor.
Okullaşma oranı %83 ve bu öğrencilerin yarısını kızlar oluşturuyor.
Ülkede alınacak kararlarda, uluslararası danışmanların devreye girmesine izin verilmiyor.

Hükümet, çıkan sonuçlarla ilgili parlamentoya hesap vermekle yükümlü.
Bu hesap doğru veriliyor olmalı ki, ülkeyle ilgili hangi resme baksam, yüzü tebessümle ışıldayan insanlar gördüm.
Tüm bunlardan, Butan’ın bir yeryüzü cenneti olduğu sonucuna varmamız, sosyopolitik sorunların yokluğundan söz etmemiz elbette mümkün değil.

Ayrıca, Butan halkının, uluslararası ekonomik ve kültürel yayılmacılığa karşı tüm bu değerleri koruyabilmeleri de çok zor.
Ama savundukları değerlerin, sadece Butanlılar değil, tüm insanlık için ihtiyaçtan öte bir zorunluluk olduğu aşikâr.

Ben o Pazartesi akşamı kendimi Butan’a kaptırmakla, sadece kızımın ödevine yardım etmiş olmakla kalmayıp, başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair sizlere de bir ilham verebilmiş olmayı umuyorum.
Kıssadan hisse çıkarmaksa, size düşüyor!

“Tüm Hakları Saklıdır”

Öfkeye Dair

ÖFKEYE DAİR

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Öfke, sınırlarınızın, değerlerinizin veya eylemlerinizin sorgulandığını veya eleştirildiğini hissettiğinizde verdiğiniz doğal bir tepkidir. Bu duygu, trafikte yolunuz kesildiğinde, önemli bir randevunuz son anda iptal edildiğinde veya biri size kaba davrandığında olduğu gibi dış nedenlerden kaynaklanabilir. Bazen de öfkenizin kaynağı içinizdedir. Örneğin, bir sınavda istediğiniz başarıyı elde edemediğinizde, saati kurmayı unuttuğunuz için uçağınızı kaçırdığınızda kendinize öfkelenebilirsiniz.
Aşırı olmayan öfke, sizi motive edip harekete geçireceğinden yararlıdır. Örneğin, sınavdaki puanınızdan dolayı öfkeli hissederseniz, bu öfke sizi bir sonraki sefer daha sıkı çalışmaya yöneltebilir. Ancak öfkeniz yoğun, sürekli ve kontrol edilemez bir hal aldığında, size ve çevrenizdeki insanlara zarar verebilir.

Öfke, sanıldığı gibi her zaman patlayıcı değildir. Öfkeyle saldırganlık birbirinden farklıdır. Öfke bir duygu iken, saldırganlık bu duygunun dışa vurulma biçimidir. Öfke, doğal bir tepkidir ve insanların çeşitli zor durumlarla başa çıkmasına yardımcı olur. Ancak, öfkenin saldırgan davranışlara dönüşmesi, olumsuz sonuçlara yol açar. Saldırganlık genellikle kontrolsüz, zarar verici ve sosyal olarak kabul edilemez bir davranış biçimidir.

Bazı insanlar öfkelerini dolaylı yollardan ifade eder. Pasif–Agresif öfke adını verdiğimiz bu tutumda çatışmadan kaçınmak için öfkenizi bastırmaya çalışırsınız. Örneğin, izin istemeden eşyalarınızı alan kişiyle doğrudan konuşmak yerine, eşyalarınızı gizlemeye karar verirsiniz. Duyduğunuz rahatsızlığı açıkça konuşmadığınızdan, o kişi sizi üzdüğünün farkında olmayabilir ve aynı şeyi tekrar yapabilir. Pasif–agresif öfke dengeleri sarsmayarak size kısa vadede daha iyi hissettirebilir, ancak sorunun nedenini düzeltme fırsatı vermez. Ayrıca bastırılmış öfkeniz olmadık yer ve zamanda, yanlış kişiye patlayabilir.

Öfkenizi sağlıklı ifade ettiğinizde ise sorunu muhatabınıza kendinden emin bir bakış açısıyla, tehditkâr olmayan bir şekilde açıklar ve gelecekte benzer bir durumun nasıl önleneceğine dair önermede bulunursunuz.

Öfke yönetimiyle sağlık arasında güçlü bir ilişki vardır. Yüksek düzeyde öfke, vücutta stres hormonlarının salınmasına neden olur ve bu hormonlar uzun vadede, kalp hastalığı, sindirim sorunları ve bağışıklık sistemi zayıflığı gibi sağlık sorunlarına yol açar. Bazı kişiler öfkeyi bastırmak için alkol veya madde kullanımına yönelebilirler.

Duyguların ifade edilmesi, bir sanat eserini izleyenlerle paylaşmak gibidir. Doğru materyali seçmek, ifadenin özünü yakalamak ve duygunun derinliğini hissettirmek gerekir. Ancak bu sanatsal ifade becerileri genellikle erken yaşta öğretilmediği için, birçok insan bu sanatı sergilemekte zorlanır.

“Zihinsel İyilik” programımızda ele aldığımız öfke yönetimi eğitimi, öfkenin anlaşılması, değerlendirilmesi, doğru biçimde ifade edilmesi ve etkili bir şekilde yönetilmesini kapsar. 

Aristoteles’in dediği gibi: “Herkes öfkelenebilir- bu kolaydır, ancak doğru kişiye, doğru düzeyde, doğru zamanda, doğru amaç için ve doğru şekilde kızmak- bu herkesin gücü dahilinde olmadığı gibi kolay da değildir.”

“Tüm Hakları Saklıdır”